Yazan: Joel Paris (MD, McGill Üniversitesi, Kanada)
Dergi: Kanada Psikiyatri Dergisi
Yıl:2017
Çeviri: Emre Karakaya
Psikanaliz terimi bir psikopatoloji teorisine ve aynı zamanda ruhsal bozuklukların tedavisinde kullanılan bir yönteme karşılık gelir. Elli yıl önce bu paradigmanın psikiyatri eğitimi ve uygulaması üzerinde büyük bir etkisi vardı. Bugün ise psikanaliz eski değerini yitirmiş olup kendisine düşmanlık beslenildiği akademik ve klinik bir ortamda hayatta kalmak için mücadele etmektedir. Bu durum, bu paradigmanın hala psikiyatri bilimi ve pratiği açısından bir öneminin olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor.
Psikanaliz teori ve pratiğinin zor bir süreçten geçtiği
bu ortamda psikanalize yönelik eleştirilere cevap olarak paradigmadaki
boşluklar bazı analistler tarafından bilim ile kapatılmaya çalışılmıştır. Bazı analistler
de psikanalizin ilgi alanının bilimin dışında olduğunu öne sürerek psikanalizi
yeniden tanımlama çabası içine girmiştir. Örneğin bir grup psikanalist bağlanma teorisi gibi kanıtlarla daha iyi
desteklenmiş olan yeni ve güncellenmiş paradigmaları desteklemekte, bir başka
grup ise Freud'un bilinçdışı zihinle ilgili fikirlerinin modern sinirbilimle
uyumlu olduğuna inanmaktadır. Ancak bazı
analistler de psikolojik olayların tutarlı bir yorumunu sunmanın yeterli
olduğunu savunarak bu iki gruba da zıt bir tavır içerisinde bulunmaktadır. Bu
derlemenin amacı psikanalizi canlandırmak için gerçekleştirilen tüm bu
girişimleri kısaca incelemektir.
Paradigmanın Gözden Geçirilmesi
Asırlık hiçbir bilimsel teori veya tıbbi tedavinin büyük
değişiklikler olmadan varlığını sürdürmesi beklenemez. Aslında psikanalizin gözden
düşmesinin ana nedenlerinden biri Freud ve takipçilerinin fikirlerinin çok az
ampirik destek kazanmasıdır. Dahası Freud'un zihin ve çocuk gelişimine ilişkin
teorik modelinin yanlışlığı çok sayıda çalışma tarafından da ortaya
konulmuştur.
Psikanaliz teorisi için sağlam ve ikna edici kanıtların
bulunmaması, onun kendini ampirik bilimlerden izole etmesinin bir sonucu olabilir.
Filozof Karl Popper psikanalizi ampirik olarak yanlışlanamayan hipotezler
üzerine kurulu olduğu için sahtebilim
(pseudoscience) olarak tanımlamıştır.
Bazı psikanalistler psikanaliz teori ve pratiğini mevcut
bilgiler ışığında güncellemeye çalışmışlardır. Ancak neredeyse tüm bu
güncelleme girişimlerinde bulunanlar Freud ile aynı tuzağa düşmüştür; onlar da
teoriyi tekrarlanabilir bilimsel kanıtlarla desteklemek yerine klinik deneyime
dayandırmışlardır. Ayrıca bu alandaki bir lider tarafından da kabul edildiği
gibi, psikanaliz eğitimi araştırma yapmayı teşvik etmeyen bir yapıdadır.
Ampirik bulguları tanımlayıp açıklayan makaleler de psikanalist yayınlarda
nadir olarak görülmektedir.
Ancak bağlanma teorisi dikkate değer bir istisnadır. Bu modelin kapsamlı bir
bilimsel literatürü vardır. Öyle ki teorinin kurucusu John Bowlby diğer
analitik teorisyenlerin aksine araştırma bulgularına öncelik vermiştir. Bowlby
ile çalışan Amerikalı bir psikolog Mary Ainsworth, garip durum (strange
situation) olarak adlandırılan ve çocuklarda bağlanma tarzlarını
değerlendirmekte kullanılan bir yöntem geliştirmiştir. Yetişkinlerde bu tarzlar,
görüşme yoluyla veya öz-bildirime dayanan ifadeler üzerinden ölçülebilir. Şu
anda bağlanma tarzları ile zihinsel sağlık arasında bir ilişki bulunduğunu
gösteren binlerce çalışma vardır. Birçok psikanalist için bağlanma teorisi şu ya da bu şekilde en önemli
model haline gelmiştir. Ancak yıllar önce İngiliz çocuk psikiyatristi Michael
Rutter tarafından işaret edildiği gibi bağlanma modelinin de sınırları
mevcuttur. Psikanalizden türetilen önceki modeller gibi, bağlanma teorisi de
zihinsel bozuklukların gelişme olasılığını artıran mizaç ve biyolojik
yatkınlıkları dikkate almaz. Ayrıca mevcut haliyle model gelişimdeki gen-çevre
etkileşimlerini de tam olarak dikkate almamaktadır. Bu problemler elbette
bağlanma teorisine özgü değildir. Ancak daha özelde de bağlanma modeli
çocukların anneden farklı olarak çok sayıda bağlanma figüründen
(“alloparenting”) faydalanabileceklerini de göz önüne almama eğilimindedir.
Sonuç olarak bağlanma teorisi de diğer psikodinamik modeller de olduğu gibi erken çocukluktaki sorunları
vurgulayarak ebeveynlerin suçlanmasında kullanılmak gibi yanlış bir yoruma
maruz kalabilir.
Psikanalitik tedavi kanıta dayalı mıdır?
Modern tıp ve psikiyatri her türlü tedavinin kanıtlarla
desteklenmesini bekler. Aynı zamanda saygın bir araştırmacı olan psikanalist
Peter Fonagy, “psikanalitik terapi için kanıt tabanının zayıf kaldığını” kabul
etmiştir. Yakın tarihli bir araştırma güncellemesinde Fonagy çeşitli koşullarda
psikodinamik tedaviye destek bulmuştur. Bununla birlikte Fonagy’nin gözden
geçirdiği hemen hemen tüm çalışmalar kısa süreli psikodinamik psikoterapiyle
ilgilidir. Bu tür bir tedavinin iyi bir kanıt temeli vardır ve etkinliği bilişsel-davranışçı terapi (BDT, ya da CBT) ile karşılaştırılabilir. Ancak kısa dönemli terapinin
klasik psikanalizle bir araya getirilmesi yanıltıcı olmaktadır. Analitik
teoriden türetilen ve geniş çapta test edilmiş tek tedavi yöntemi olan zaman
sınırlı dinamik psikoterapiler de teorik konumlarından veya marka
adlarından bağımsız olarak etkili oluyor olabilirler. Etkili olma durumu, geniş
bir araştırma organı tarafından desteklenmiş olup tüm psikoterapi formları için
geçerlidir. Ayrıca kısa süreli psikodinamik tedavilerin meta analizleri bu
terapilerin etkili olduklarına yönelik kanıt sunarken bu sonuçlar neredeyse
hiçbir kontrollü çalışmanın yapılmadığı uzun süreli psikodinamik terapileri de
kapsayacak şekilde genelleştirilemez.
Birkaç rapor klasik psikanalizin etkinliğini
incelemiştir. Ancak on dört çalışmanın bir meta-analizi olan rapor ancak şu
sonuca varmıştır: ‘Kapsamlı bir psikanalitik uygulamanın gerçekleştirildiği sınırlı
sayıdaki çalışmanın etkinliği karmaşık ruhsal hastalıkların tedavisinde ‘öncesi/sonrası’
testiyle ampirik olarak gösterilmiştir, ancak kontrol grubuyla yapılan karşılaştırmanın
eksikliği bu çalışmalara ait sonuçların yorumlanmasında ciddi bir sorun teşkil
etmektedir’.
Fonagy kişilik bozuklukları için uzun süreli psikodinamik
tedavinin etkili olduğunu iddia etmektedir. Bununla birlikte, kendi
geliştirdiği “zihinselleştirmeye dayalı tedavi” gibi test edilmiş tedaviler
yalnızca psikanalitik müdahaleler içermeyip ağır hastaların tedavisi için
uyarlanmış psikodinamik ve bilişsel-davranışçı müdahalelerin bir karışımından
meydana gelmektedir.
Alman psikanalist Falk Leichsenring, genişletilmiş
psikanalitik tedavi biçimlerinin meta analizlerini yayınlayarak, karmaşık
zihinsel bozukluklarda bu tedaviyi desteklemek için yeterli kanıt olduğunu
iddia etmiştir. Bu literatürün diğer son incelemeleri de benzer bir argüman
ortaya atmıştır. Ancak bu sonuçlar heterojen klinik sunumlar, küçük örnekler ve
küçük etki boyutları nedeniyle haklı gösterilemez. Prensip olarak elbette tüm
bu konuları ele alan daha iyi çalışmalar yapmak mümkün olacaktır. Ancak bu tür çalışmaların
yüksek maliyeti de muhtemelen bu çalışmaların yapılmasında engelleyici
olacaktır.
Yüksek maliyeti ve etkinliğine yönelik kanıtların
eksikliği psikanalizin pazar payını azaltmıştır. Tüketicilerin artık bu uzun ve
pahalı tedavi yöntemine başvurma olasılığı daha düşüktür. Bir süredir tam
zamanlı analistlerin de geçimlerini sağlaması zor olmaktadır. Modern
psikoterapistler çok sayıda tedavi yöntemi içeren rekabetçi bir pazarda
çalışırlar. Artık tüm psikoterapiler psikanaliz dışındaki diğer paradigmaları
takip etme ve nispeten kısa olma eğilimindedir.
Klasik modeli reddeden bazı analistler, tedavide farklı
yaklaşımların geliştirilmesine ön ayak olmuşlardır. Örneğin günümüzün en etkili
psikoterapisi olan bilişsel-davranışçı terapi (CBT), Freudcu yöntemlerin hastalar için yararlı
olduğu inancından vazgeçen eski bir psikanalist Aaron Beck tarafından
başlatılmıştır. Yeni nesil klinisyenler, özellikle de klinik psikoloji eğitimi
almış olanlar, Beck’e ait bu bakış açısını benimseme eğilimindedirler.
Nöropsikanaliz
Nörobilim temelli modellerin psikiyatride egemen olduğu
bir dönemde, psikolojik yapılar ihmal edilme eğiliminde olup sadece nöral
korelasyonları olduğunda ciddiye alınmaktadır. Bazı psikanalistler de kendi modellerini
beyni inceleyen yeni nörobiyolojik araştırmalarla ilişkilendirerek teorileri
için geçerlilik iddia etmişlerdir. Güney Afrikalı nöropsikolog Mark Solms, “nöropsikanalizin” kurucusudur. Bu yeni alan, kendi
toplumu ve kendi dergisi ile analitik teorileri doğrulamak için beyin
görüntüleme kullanımını önermektedir. Ana fikri öznel deneyim ve bilinçdışı
zihnin nörogörüntüleme (neuroimaging) yoluyla gözlemlenebileceğidir. Beyin
süreçlerinin bilince girmeden önce bile beyin görüntülemede görülebileceği
bilinmektedir. Ancak, nörogörüntülemenin Freud'un bilinçdışı modelini
doğruladığı iddiaları da sadece kendisini haklı çıkaracak gözlemleri raporlayıp
kendisiyle çelişenleri göz ardı eden yayınlara dayandırılabilir. Bu gözlemlerle
ilgili yazınlar da hem yüzeysel hem de psikanalitik teorinin karmaşık yapısını
pek desteklememektedir.
Solms ayrıca Freud’un rüyalar hakkındaki fikirlerinin,
hızlı göz hareketi (REM) aktivitesine dayanan sinirbilim araştırmalarıyla
tutarlı olduğunu ileri sürmüştür. Ancak bu yüzyıllık teoriyi kurtarma girişimi,
Freud’un klinik spekülasyonlarının ampirik verilerle uyumlu olmadığını düşünen
rüya araştırmacılarının muhalefetiyle karşılaşmıştır. Nöropsikanaliz disiplinini
kurma önerisi, Freud'u nörobilim ile birleştirmek istemeyen geleneksel
psikanalistlerce de pek hoş karşılanmadı. Nörobilimciler psikoloji ile daha çok
bilişsel bilimler üzerinden ilişki kurmaktadır ve bu nedenle de nöropsikanaliz
fikrini görmezden gelmişlerdir. Özetle, nöropsikanaliz yeni bir şeyler bulmaya
veya psikoloji üzerine bakış açılarını bütünleştirmeye çalışmadan, uzun süredir
var olan modelleri haklı çıkarmak için kullanılmaktadır.
Bununla birlikte, belleğin nörokimyası çalışması için
Nobel Ödülü alan Eric Kandel, psikanalitik teoriyi incelemek için biyolojik
yöntemlerin kullanılmasına sempati ile yaklaşmıştır. Kandel sinirbilimci
olmadan önce analist olmak istiyordu. Ancak psikiyatriyi aktif olarak
uygulamayan Kandel, psikanalizin psikoterapi alanındaki rakipleri tarafından
geride bırakıldığından habersiz olduğu için bir zaman çarpıklığına
yakalanabilir.
Psikanalizi bilim ile uzlaştırmak için bir başka girişim
nöroplastisite literatüründen gelmiştir. Artık nörojenezin yetişkinlik
döneminde bazı beyin bölgelerinde (özellikle hipokampus) meydana geldiği ve
sinir bağlantılarının beynin tüm bölgelerinde modifikasyona uğradığı
bilinmektedir. CBT'nin beyin değişiklikleri üretebileceğine dair görüntüleme
yöntemleri kullanılarak sunulmuş kanıtlar da vardır. Bu bulgular psikanalitik
tedavilerde doğrulanmamıştır. Bununla birlikte, Kanadalı bir psikanalist olan
Norman Doidge, psikanalizin beyni değiştirebileceğini savunmuştur. Ancak bu durum
tüm psikoterapiler için geçerli olabilir. Bununla birlikte daha yakın
zamanlarda, Doidge zihinsel egzersizlerin kronik ağrı, felç, multipl skleroz,
Parkinson hastalığı ve otizm gibi ciddi nörolojik ve psikiyatrik problemlerin
seyrini tersine çevirebileceğini iddia etti. Bu kitaplar en çok satanlar
arasında olsa da ikinci ciltte yer alan fikirlerinin çoğu, klinik
araştırmalardan ziyade anekdotlara dayandığı için tıpta çok az etkili olmuştur.
Bu hikaye psikanalizin bakış açılarını ve yöntemlerini ampirik testlere dayalı
bilimsel yöntemlerle uzlaştırmanın zorluğunu vurgular.
Psikanaliz ve Beşeri Bilimler
Psikanaliz bir bilim olduğunu iddia etse de o şekilde
işlev görmedi. Hipotezlerini işlevsel hale getiremedi, deneysel yöntemlerle
test edemedi ya da bilimsel destek alamayan yapıları kaldıramadı. Bu şekilde
psikanalizin entelektüel dünyasının psikiyatriden ziyade beşeri bilimlere daha
çok yakınlaştığı söylenebilir. Bugün az sayıda psikiyatrist veya klinik psikolog
psikanalitik eğitime girdiği için, beşeri bilimler gibi psikiyatri dışı
alanlarda eğitim görmüş kişilere psikanalizin kapısı da iyice açılmış oldu.
Bu eğilim, hipotezlerin ve gözlemlerin ampirik testinden
ziyade, fenomenlerin anlamlı yorumlarına odaklanan hermeneutik bir düşünce tarzı ile ilgilidir. Freud’un zamanından
beri tipik psikanalitik yayınlar, edebiyat teorisi ve eleştirisi yöntemlerine
benzer şekilde, illüstrasyonlarla desteklenen spekülasyonlardan oluşuyordu.
Şu anda beşeri bilimlerde popüler olan bir model “eleştirel teori” dir. Bu postmodernist yaklaşım
edebiyattan siyasete kadar geniş bir alandaki fenomenleri açıklamak için
Marksist kavramları kullanır. Bu teori gerçeğin tamamen göreceli olduğunu ve
gerçekliğin genellikle gizli sosyal güçler tarafından yönetildiğini öne sürer.
En radikal biçiminde Michel Foucault'nun çalışmasında görülen eleştirel teori
ve postmodernizm, nesnel gerçeğin varlığını inkâr eden ve bilimsel bulguları
iktidardakilerin “hegemonyasını” savunmanın yolları olarak gören bilim karşıtı
(antibilim, antiscience) bir pozisyonda durmaktadır.
Bazı hümanist bilim adamları da kendi hareketini yaratan
ve eksantrik klinik uygulaması adeta kült bir liderinkine benzeyen Fransız
psikanalist Jacques Lacan'ın fikirlerini benimsemişlerdir. Ancak bilim eğitimi
almamış profesyonellerin ve akademisyenlerin psikanaliz alanında yer alması bu
disiplinin psikiyatriden daha çok kopmasına yol açabilir. Sadece birkaç çağdaş
psikanalist postmodernizmi benimsemiş olsa da beşeri bilimler, psikanalitik
kavramları edebiyat ve tarihi anlamanın bir yolu olarak kendi amaçları için
kullanmış ve kullanmaktadırlar.
Sonuçlar
2009 yılında İngiliz Psikiyatri Dergisi, derginin
psikanalitik vaka raporlarını kabul etmesi mi yoksa etmemesi mi gerektiği
konusunda bir tartışma yayınladı. Tartışma, biyolog Lewis Wolpert ile
psikanalist araştırmacı Peter Fonagy'yi karşı karşıya getirdi. Wolpert psikanalitik vaka raporlarının hiçbir
şekilde bilimsel olmadıkları için dışlanması gerektiğini savundu. Fonagy ise
Walpert' in bazı noktalarda haklı olduğunu kabul ederken, bilimsel araştırmanın
psikanalizde mümkün olduğunu ve şimdi yürütülmeye başlandığını belirterek
analizi savundu. Ama Fonagy kendisini ampirizme adamış olsa da genellikle bu
taahhütten yoksun bir alan olan psikanalizde Fonagy ancak çok küçük bir
azınlığı temsil etmektedir.
Ne yazık ki psikanalizin modern güncellemeleri
eleştirmenlere tutarlı bir cevap sunmamaktadır. Kendisine yönelik eleştirilere
verilen bu güncel yanıtlardan herhangi birisinin psikanalizi devam eden düşüşünden
kurtarması zor görünmektedir. Analiz, yöntemini bağımsız enstitülerde öğreterek
kendisini psikiyatri ve psikolojiden ayırmıştır. Psikanaliz ancak yapısını bağımsız
bir disiplin olarak ayırabilir ve akademi ile klinik bilime yeniden katılmaya
hazırlanırsa hayatta kalabilir.
Sınırları ne olursa olsun psikanaliz psikiyatriye önemli
bir miras bırakmıştır. Psikanaliz bir nesil psikiyatriste hastaların yaşam
öykülerini nasıl anlamaları ve hastaların söylediklerini nasıl dikkatle
dinlemeleri gerektiğini öğretmiştir. Sinirbilim, teşhis kontrol listeleri ve
psikofarmakolojinin egemen olduğu bir dönemde, temel kavramları psikiyatrinin
bir parçası olan ve Freud'un çalışmalarına kadar izlenebilen psikoterapiyi
korumanın bir yolunu bulmalıyız.
İLERİ OKUMA:
1. Makalenin orijinali için link (ücretsiz): https://journals.sagepub.com/doi/10.1177/0706743717692306
2. Bilişsel-davranışçı terapi
nedir? : http://www.bilisseldavranisci.org/index.php?option=com_content&view=article&id=59%3Abilisel-davranc-terapi-nedir-
3. Sosyal bilimler
ve hermeneutik üzerine
kisa bir değerlendirme: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/593966
4. Türkiye nöropsikanaliz: https://npsa-istanbul.com/
5. Nörogörüntüleme, Medipol Üniversitesi, Beyin-Biliş
Araştırmaları Grubu Laboratuvarı: https://www.medipol.edu.tr/akademik/enstituler/saglik-bilimleri-enstitusu/beyin-bilis-arastirmalari/lab/norogoruntuleme-mega
6. Bağlanma teorisi,
Bağlanma Teorisi’nin Kökenleri: John Bowlby ve Mary Ainsworth: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/369647
7. Bilimselliğin
kriteri ve sınırları problemi - bilim, bilim olmayan ve sahte bilim: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/85744
▷ Casino site no deposit bonus codes 2021
YanıtlaSilCasino sites that accept players from the United States have choegocasino the following gambling licenses. 1xbet · BetMGM Casino: worrione 100% up to $1000 bonus + 100% match up to $250 in bonus